Mübahele[1] Ayeti ve Hz. İmam Hüseyin (Aleyhi-s Selam)
‘‘Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip-tartışmaya girişirlerse’ de ki: «Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.’’ [1]
Açıklama: Ehli Beyt ve İmam Hüseyin (as)in fazilet ve azametlerini vurgulayan bir diğer ayette yukarıda naklettiğimiz Mübahele ayeti diye meşhur olan ayeti kerimedir. Bu ayette Ehli Beyt (as) bir ümmet mesabesinde alınmıştır ve azametleri o derededir ki Allah’ın dininin hücciyeti ve diğer dinlere üstün gelmesi için Peygamber ve Hıristiyanlar tarafından yapılacak olan lanetleşmenin tamamlayıcısı konumundadırlar. Konunun açıklanması için ayeti kerimenin iniş sebebine bir göz atalım.
Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.a), Necrân Hıristiyanlarına deliller getirip, sonra onlar da cehalet ve tanımamalarında ısrar edince, Hz. Peygamber (s.a.a), onlara “Eğer getirdiğim delilleri kabul etmezseniz, şunu biliniz ki Cenâb-ı Hak bana, sizinle lânetleşmemi emretmiştir” dedi. Bunun üzerine onlar, “Ey Ebu’l-Kasım[2]! Hele bir dur da, arkadaşlarımızın yanına varıp, bu hususu aramızda konuştuktan sonra, tekrar sana gelelim..” dediler. Gidip arkadaşlarıyla görüştüklerinde kraldan sonra gelen ve içlerinde söz sahibi olan kimseye: “Ey Abdu’l-Mesih, söyle bakalım ne dersin?” dediler. Bunun üzerine o, “Ey Hıristiyan topluluğu, Allah’a yemin ederim ki, siz Hz. Muhammed’in gönderilmiş bir peygamber olduğunu anladınız. Yine O’nun, sizin sahibiniz (Hz. İsa )hakkında hak olan sözü ve görüşü getirdiğine de yemin ederim. Yine Allah’a yemin ederim ki, herhangi bir peygamberle lânetleşmeye giren topluluğun ne yaşlısı sağ kalır, ne çocukları büyür (hepsi mahvolur). Yine yemin ederim ki, eğer siz bu işe girişirseniz, sizin soyunuz ve nesliniz kurur ve tükenir: Ama, bundan kaçınır, dininiz üzere yaşamaya devam eder ve bulunduğunuz hali sürdürmeye devam ederseniz, o adamla (Hz. Muhammed) anlaşın ve memleketlerinize geri dönün!..” dedi.Bu esnada, Hz. Peygamber (s.a.s) de, üzerinde siyah kıldan bir örtü/futa olduğu halde evinden dışarı çıkmıştı.. Hz. Hüseyin’i kucağına almış, Hz. Hasan’ı elinden tutmuş, Hz. Fatıma Hz. Peygamberin, Hz. Ali de Hz. Fatıma’nın peşindeydi… Hz. Peygamber şöyle diyordu: “Ben dua ettiğim zaman, siz âmin! Deyiniz.” Bunun üzerine Necrân piskoposu, “Ey Hıristiyanlar, ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar Allah’tan, bir dağı yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah o dağı yerinden götürür. Binâenaleyh, lanetleşmeyin, aksi halde helak olur, yok olursunuz. Ve yeryüzünde, kıyamete kadar tek bir Hıristiyan kalmaz.” dedi. Hıristiyanlar sonra, “Ey Ebu’l-Kasım, biz seninle lânetleşmemeye ve dinin hususunda sana müdahale etmemeye karar verdik.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.s) de, “Lanetleşmediğinize göre Müslüman olunuz… Böylece de, Müslümanlar lehine olan, sizin lehinize, aleyhlerine olan da sizin aleyhinize olur.” deyince, onlar bunu kabul etmediler, direttiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “En kısa zamanda sizinle savaşıp, işinizi bitireceğim” deyince, onlar, “Bizim, Araplarla savaşacak gücümüz yok. Fakat sana, bini safer bini de recep ayında olmak üzere, iki bin takım elbise ile, demirden yapılmış normal otuz zırh vermek üzere bizimle savaşmaman ve bizi dinimizde serbest bırakman konusunda seninle anlaşma yapmak istiyoruz…” Bunun üzerine Hz. Peygamber onlarla, bu şartlar altında anlaşma yaptı ve şöyle dedi: “Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, helak o Necrânlılara öylesine yaklaşmıştı ki… Eğer onlar lanetleşmeye girmiş olsalardı, maymunlar ve domuzlar haline getirilecekler[3], bu vadi ateş olup onları yakacak ve Allah Necrân ve halkının kökünü kurutacaktı.. Ağaçların tepelerinde kuşları bile… Bir yıla kalmayacak bütün Hıristiyanlar helak olacaklardı…” [4]
Müfessir Kurtubi’de ayetin – oğullarımızı ve oğullarınızı- bölümünü açıklarken şöyle yazıyor:‘‘Çoğu ilim adamı der ki: Hz. Peygamberin Mübâhale esnasında Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin hakkında: “Oğullarımızı ve oğullarınızı» çağıralım” buyruğu, (onların) Peygamber (s.a.a)’ın iki oğlu” olarak adlandırılmaları onlara hastır. Başkaları için böyle bir şey söz konusu değildir. Çünkü Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde her bir sebep ve her bir nesep koparılmış olacaktır. Benim nesebim ve sebebim müstesna.’’[5]
Görüldüğü gibi ayetin akışının başlangıcında yer alan çağıralım” kelimesi ile “Oğullarımızı, kadınlarımızı ve kendimizi” ifadesinde kullanılan birinci çoğul şahıs zamirlerinin arasında fark vardır. Çünkü birincisinde, İslam ve Hıristiyanlık adına çekişen taraflar topluca ifade ediliyor. İkincisinde ise, yalnız İslam’ı temsil edecek kimselere işaret ediliyor. Bu nedenle, ifadeyi şu şekilde anlamak gerekir: “Oğulları, kadınları ve kendileri çağıralım. Biz kendi oğullarımızı, kadınlarımızı ve kendimizi çağıralım, siz de kendi oğullarınızı, kadınlarınızı ve kendinizi çağırın…” Dolayısıyla ayetin ifade tarzında ince ve dakik bir icaza (az sözle çok şey anlatma tarzına) başvurulmuştur.
Mübahele ve lanetleşme; görünürde, Peygamberimizle (s.a.a) bazı Hıristiyanlar arasında geçen tartışmayı andırıyorsa da, çağrı oğulları ve kadınları da kapsıyor ki davetçinin, davetinin doğruluğuna ve hak üzere oluşuna yönelik kanıtsallığı daha etkili olsun. Çünkü yüce Allah, insanların kalplerine bu sayılan gruplara yönelik sevgi yerleştirmiş, onlara şefkatle yaklaşmalarını sağlamıştır. Nitekim insanın kendisini siper ederek onları koruduğu çokça görülen bir olgudur. Onların korkmamaları, tehlikelere maruz kalmamaları için çabalar. Onları korur, onlara karşı duyarlı olur ve kendini onlara feda eder. Sırf bu fıtri eğilimden dolayı, oğullar kadınlardan önce zikredilmiştir. Lanetleşme için, söz konusu grupların birer birer zikredilmeleri, davetçinin kendine güveninin ve hakka dayalı hareket edişinin bir diğer kanıtıdır. Sanki şunu demek istiyor: “Topluluklar karşılıklı olarak lanetleşsinler. Her bir grup Allah’ın lanetinin yalancılar üzerine olmasını istesin. Öyle ki bu lanet ve azap, oğulları, kadınları ve lanetleşenlerin kendilerini de kuşatsın. Böylece inatçıların kökü kurusun, batıl taraftarlarının kökü kazılsın.” Bundan da anlaşılıyor ki, ifadenin gerçekleşmesi oğulların, kadınların ve kendilerinin sayısal olarak çokluk oluşturmalarıyla ilintili değildir. Çünkü bunda güdülen son amaç, taraflardan birinin yanındaki büyük, küçük, erkek, kadın herkesle birlikte helak olmasıdır. Nitekim müfessirlerin icması (tamamının konuyu kabul etmesi), konuyla ilgili rivayetlerin ittifakı ve tarih kitaplarının da desteklemesi, olayın nesnel karşılığını kesin olarak ortaya koymuştur ki, Resulullah efendimiz (s.a.a) lanetleşme için kararlaştırılan yere gitmiş, yanında sadece Ali’yi, Fatıma’yı, Hasan’ı ve Hüseyin’i (a.s) götürmüştü. Böylece orada sadece iki kişi, iki oğul ve bir kadın vardı. Böylece Allah’ın emrinin gereğini yapmışlardı[6]
Özgür ARAPOĞLU
Alevi Din Alimi
[1] – Ali İmran 61.
[2] – Peygamberimizin künyesidir.
[3] – Tefsir-i Kenzu-d Degaig ve Behrul Geraib c.2 s.120.
[4] – Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb, c.6/370-371 ve İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. 4 s.230-231 ve Tefsiri Numune c.2 s. 579.
[5] – İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. 4/231 ve Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, c. 2/530–543 .
[6] – El- Mizan Tefsiri Tercüme c. 3 s. 100-102.
[1] – Mübahele belli bir konuda karşılıklı lanetleşmek anlamındadır.