İnsanoğlunun bilim dalındaki şaşırtıcı ilerleyişi, örtülü kalan meçhulleri birbiri ardınca keşfetmekte, fizyoloji ve deneysel bilimler alanındaki yanlış görüşleri ortadan kaldırmaktadır. Meselâ, önceleri insan vücudundaki bazı organların faydasız olduğu sanılıyordu. Ancak günümüz bilimi, geniş çaplı bir araştırma sonucu, faydasız olduğu sanılan bu organların çok önemli faydaları olduğunu ispat etti. İnceleme araçlarının gelişmesiyle birlikte, sözü edilen organların daha önemli faydalarının keşfedileceği de kesindir. Konunun daha iyi anlaşılması için birkaç örnek sunmak istiyoruz.
1- Timüs:[1] Göğüs kemiğinin altında, mediyastinin ön tarafında yer alan bir salgı bezidir. Bu salgı bezinin neye yaradığı önceleri bilinmiyordu ve hatta bazıları, onun faydasız olduğu düşüncesindeydi. Bugün gelinen nokta ise, yabancı etkenlere karşı vücudun savunmasını sağlamada, bu salgı bezinin önemli bir payının olduğudur. [2] Bazı bilim adamları, bu bezin, ergenlik sonrasındaki cinsel işlev üzerinde ve bedenin gelişmesinde önemli bir rol üstlendiği ve yok olmasıyla da cinsel organlarda uyanma olmayacağı ve ergenliğin gecikeceği düşüncesindedirler.[3]
2- Epifiz (kozalaksı cisim): Beynin merkezinde yer alan bu küçük bez, timüsten daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Bazı eski fizyoloji bilginleri, bu bezin yararsız olduğu görüşünde idiler. Bugün ise bu bezin, cinsel faaliyetleri düzenlediği, çabuk gelen ergenliği önlediği, daha başka işlevleri olduğu ve bu bezde meydana gelebilecek bir hasarın ölümle sonuçlanabileceği saptanmıştır. [4]
3- Bademcikler: Önceleri doktorlar, bademciklerin bir işe yaramadığına inanıyor ve iltihaplandığı zaman da ameliyatla alıyorlardı. Ancak günümüz uzmanları, bademciklerin önemini anladıkları için, mecbur kalınmadıkça alınmasına izin vermemektedirler.
Bademcikler, akyuvarlar üreterek mikroplara karşı vücudu savunurlar. Sağlam bir kale gibi solunum yollarının başlangıcında yer alan bademcikler, solunan havayı pisliklerden temizleyip, havayla karışmış mikropları öldürerek bir nevi karantina görevi yaparlar. Hava kirliliği arttığında veya mikroplar güçlendiğinde, daha fazla direnmek durumunda olduklarından dolayı iltihaplanırlar. Zorunlu omadıkça bademciklerin alınması doğru değildir. Çünkü:
a) Mikropların serbestçe gırtlakta dolaşmasına ve gırtlağın içine, nefes borusuna, akciğerlere girmesiyle bronşit ve akciğer iltihabı gibi hastalıklara neden olur.
b) Burun ve gırtlağın iç derisi normalinden daha ince bir hale gelir, boğaz ve burnun kurumasına sebep olur. Ayrıca, boğaz iltihaplandığı zaman bademcikler de şişer ve boğazın iltihap kaptığını gösterir. Ama eğer bademcikler alınacak olsa, boğaz iltihabının teşhisi gerçekleşmeyebilir ve kalp romatizması gibi daha başka hastalıklar da doğurabilir.
4- Apandisit: Bir grup bilim adamı, uzun bir incelemenin ardından kanserle savaşmada, apandisitin önemli bir rolü olduğu ve zaruret dışında alındığı takdirde kansere yol açabileceği sonucuna varmışlardır.[5]
Bu sıraladığımız ve benzeri nice örnekler, şu gerçeği haykırmaktadır: Bir şeyin faydalı mı, zararlı mı olduğu bilinmiyor ise, kökten kestirip atmak ve faydasız olduğunu düşünmek yanlış olur. Bugün gizemini koruyan bir husus, bilimin ilerlemesiyle bir gün keşfedilebilir; o günü beklemek lâzım. Gerçek şu ki insan, bunca ilerleme kaydetmesine rağmen daha ilk aşamada sayılır ve büyük doğa kitabından bir satır bile okuyamamıştır henüz!
Einstein, “İzafiyet Teorisi” kitabında şöyle yazar:
“Tabiatta öylesine yüksek bir akıl kendini göstermektedir ki, insanın en ince düşünceleri ve buluşları, bu aklın yanında sönük bir gölge gibi kalır.”
William James ise şöyle der:[6]
“Bilmediklerimize oranla bildiklerimiz, derin bir okyanus karşısında bir damla gibidir.”
Hal böyleyken, bir varlığın sırrını çözemediklerinden dolayı onu gereksiz ve yararsız olmakla niteleyen materyalistler hata etmiş olmuyorlar mı? Milyonlarca varlıklardan bir ikisinin özelliğini bilmemek, evrenin ve ilginç düzeninin yaratıcısını tanımaya engel olamaz. Hiç kuşkusuz, diğer varlıklar hakkında ve hatta bir varlığın bir kısmı üzerinde incelemede bulunmak, evrenin kavrayış sahibi bir düzen verici tarafından yaratıldığını göstermeye yetecektir. Eğer baştan sona bilimsel ve mantıklı sözlerle dolu, ama sizce anlaşılmaz birkaç cümleyi içinde barındıran bir kitap elinize geçerse, kitap hakkındaki değerlendirmeniz nasıl olur?
Yüce düşüncelerin ve gerçekçi görüşlerin ürünü olan onca faydalı sözleri görmezlikten gelmek, elbette ki doğru değildir? Bakın, ne demiş şair:
“Dünya; göz, yanak, ben ve kaş gibidir.
Öyleyse her şey kendi yerinde iyidir.”
[1] – Timüs bezi, tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda ve soluk borusunun önünde bulunur. Bu bez, bağ dokusundan yapılmış ince bir kapsülle çevrilmiştir. Kapsül, diğer lenfoid organlarda olduğu gibi bezin içine girerek onu bölmelere ayırır. Timüs bezinin bölmelerinde; retiküler, çeşitli hücreler ve lenfositler bulunur. Bu salgılar, lenf damarlarını, kan damarlarını ve sinirleri vücudun her yerinde ince bir tabaka halinde sararak, hem korur, hem de aktivitelerini güçlendirir.
Timüs bezi, doğumdan önce ve doğumdan hemen sonra lenfosit meydana getirerek vücudu enfeksiyonlardan korur.”
[2]– “Danişmend” dergisi, sayı: 4, yıl: H. Şemsî 1342, s.24-27’de şöyle yazıyor: Timüs bezi fenfosit üretiyor ve onun temel özelliği antikor adlı maddeleri üretmektir ki, mikropların ve yabancı proteinlerin saldırısı karşısında vücudu savunuyor.
[3]– Guyton Fizyolojisi
[4]– Beyin epifizi bu işi kendinden salgıladığı hormon vasıtasıylayapıyor. Salgıladığı hormon glomerulotropin adında bir maddedir. Bu madde kana karıştığında böbrek üstü bezin kabuğundan aldostron adlı başka bir hormonun çıkmasına neden olur. İkinci hormon, kanın sodyum ve potasyumunun katılığını tanzim etmeye neden olur. Şöyle ki, bir haftadan az bir zaman içinde bu katılık ve aldostronun verilmesi kesilirse, ölüme neden olur. Gayton Fizyolojisi, endokrinoloji bölümü, s.1265-1266, dördüncü baskı, H. Şemsî 1352, M. 1973.
[5]– 29.01.1368 H. Şemsî tarihli Jamia gazetesi şöyle yazıyor: “608’i kanser sonucu ve diğer 679’u başka nedenlerle ölen 1287 kişi anatomiye tâbi tutuldular ve tam bir incelemeden sonra birinci grubun % 35’inin apandisit ameliyatı geçirdigi görüldü. Oysaki ikinci grubun % 24’ünün durumu böyle idi. Bu iki oranı kıyaslamakla apandisitin alınmasının, kansere yol açmada çok tesirli etken olduğu ortaya çıkmaktadır.”
[6]– William James, Pragmatizm ekolünün kurucularından ve Amerikalı filozoftur. Doğum: 1842, Ölüm: 1910.