Bir süre sonra ayılıp gözlerimi açtığımda, kendimi dayalı döşeli bir odada buldum.
Güzel yüzlü, güzel saçlı ve hoş kokulu bir genç, başımı dizine alıp ayılmamı bekliyordu.
Saygısızlık olmasın diye hemen ayağa kalktım ve selâm verdim.
Gülümseyerek ayağa kalktı, selâmımı cevapladı ve beni bağrına bastı.
“Otur. Ben ne peygamber, ne imam, ne de melek değilim; sadece senin dostun ve arkadaşınım.” dedi.
— Seninle birliktelik benim için büyük bir mutluluktur. Ancak sen kimsin, kimlerdensin, adın nedir?
— Adım Hâdi, yani yol kılavuzu. Bir künyem Ebu’l Vefa, biri de Ebu Turap’tır. Senin kurtulmana sebep olan son cevabı aklına salan bendim. Şayet cevaplayamasaydın, ellerindeki gürzlerle sana öyle bir vuracaklardı ki, yerin ateşle dolacaktı.[1]
— Size teşekkür ediyorum, beni kurtardınız. İslâm akaidiyle ilgili soruları doğru cevapladıktan sonra son soruyu sormaları bence abesle iştigaldi. Çünkü gerçekler ifade edilirken nedeni sorulmaz. Örneğin birinin eline bir köz tutuşturulur ve o da; “Elim yandı” diye bağırırsa, artık; “Niye elin yanıyor?” diye sorulmaz. Sorulacak olursa; “Kör müsün, elimdeki közü görmüyor musun?!” cevabına muhatap olur. Son soru da bence bu türden bir şeydi.
— Hayır, yanılıyorsun. Çünkü sözün sırf gerçekle örtüşür oluşu, insana hiçbir yarar sağlamaz. İnsanı amele sevk edecek bir kalbî inancın varlığı zorunludur. Nitekim; “İman ettik, demeyin. Çünkü iman daha sizin kalplerinize girmiş değildir.” diye buyurul-muştur.[2] Görmüyor musun, “Ben sizin Rabbiniz de-ğil miyim?”[3] sorusuna ilk gün herkes olumlu cevap verdiği hâlde, madde âleminde birtakım yükümlülüklere tabi tutularak sınavdan geçirildikleri zaman ikrarına sadık kalan ve vazifesini yerine getiren çok az kişi oldu. Bu âlemin ilk menzilinde mümin münafık herkes bu soruları doğru yanıtlar; ancak kimin ne mal olduğunu ortaya çıkaran, o son sorudur. Eğer insan gönülden inanmışsa, senin verdiğin cevabı verir ve kurtulur; aksi takdirde; “İnsanlar öyle diyordu, ben de de-dim.”[4] cevabını verir, bu da ona hiçbir yarar sağlamaz. Hatırlarsan, bu ayrıntılar Ehlibeyt İmamlarından rivayet edilen hadislerde de yer almıştır.
— Hadislerde de bu bilgilere yer verildiğini şimdi hatırladım. Kabir sualinin yarattığı dehşet ve korku, bunları unutmama sebep olmuştu. Allah senden razı olsun, bunu sen bana hatırlattın!
— Daha önce görüştüğümüzü hiç hatırlamıyorum, beni nereden tanıdığını söyler misin? Ayrıca, sana beslediğim bu sevgiden sonra senden ayrılmayı felâket bilirim.
— Ben, başından beri seninle birlikte ve sana müşfik idim; fakat sen beni fark edemiyordun. Çünkü madde âleminde gözlerin pek keskin değildi.
Ben, Ebu Talip oğlu Ali’ye (a.s) ve Resulullah’ın (s.a.a) Ehlibeyti’ne (a.s) duyduğun sevgi ve muhabbet bağıyım.
Kapasiten kadarıyla onlardan iktisap ettiğin hidayetin meşalesiyim ben.
İşte bu nedenle de ben senin kılavuzun, hidayet e-dicinim; adım da Hâdi‘dir.
O (Ali) ise takva ehli herkesin kılavuzu ve hidayet edicisidir: “Bu, kendisinde şüphe olmayan ve muttakiler için kılavuz olan kitaptır.”[5]
Senin o sağlam ipe bağlılığınım ben: “Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır.”[6]
Nefsî isteklerine uyup benden uzaklaşmadıkça, ben senden asla ayrılmam.
Bana “Ebu’l Vefa” ve “Ebu Turap” denmesinin sebebi ise, senin davranışlarındır; müminlere verdiğin sözler, vaatler ve mümkün oldukça onlara karşı mütevazı oluşundur.
Kısacası; ben, kabiliyet ve yeteneğinle orantılı olarak, senin gönül beşiğinde Ali’den dünyaya gelen bir varlığım. Benim seninle uzlaşıp uzlaşmamam, seninle olup olmamam senin elindeydi; günah işlediğin zaman senden kaçtım ve tövbe ettiğinde ise yanında yer aldım. Bu âlemdeki seyahatinde de senden kaynaklanan bir kusur veya hata olmadıkça senden ayrılmayacağım.
“Allah, kullara zulmedici değildir.”[7]
“Ama onlar kendi kendilerine zulmetmekte-lerdi.”[8]
Ben şimdi gidiyorum, senin biraz dinlenmen gerek. Ben, sana teslim edilen Allah’ın emanetiyim. Kur-‘ân-ı Kerim benim kıssalarımla doludur.
“Dert kokusu veren her kıssa, her söz
Benim hâlimin biz bize şerhidir.”
Yazık, bu kadar Kur’ân okumanıza rağmen beni tanımadığınızı söylüyorsunuz. Şimdilik Allah’a emanet olun!
Yalnız kalınca, kendi durumumu ve Hâdi’nin sözlerini düşündüm. İnsanın dünya hayatındaki hâl ve hareketlerinin gerçekten bir rüya olduğunu ve ancak öldükten sonra yorumunu bulabileceğini anladım.[9]
Zülkarneyn’in; “Zifiri karanlıkta bu kumdan alan da, almayan da, aydınlığa çıktığında pişman olur.”[10] şeklindeki sözü de, insanın dünya ve ahiretteki bu iki durumuna işaret etmektedir.
Çünkü herkes dünyadaki durumuyla orantılı ölçüde ahirette pişmanlık duyacaktır: “Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün); Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana)!”[11]
[1]– İnsanın iyi ya da kötü amellerinin, berzah ve ahiret âleminde, özel bir şekilde tezahür edeceği, insanın kurtuluş ve huzur bulmasına veya azap çekmesine sebep olacağı, ayet ve hadislerden rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Amellerin somut şekiller alacağını bildiren ayetlerden birisi de Âl-i İmrân suresinin 30. ayetidir: “O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır; işlediği her kötülüğü de. O kötülükle kendisi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister.”
Kehf suresinin 49. ayeti ise şöyledir: “Yaptıklarını hazır bulmuşlardır.”
Resulullah (s.a.a), Kays b. Âsım’a şöyle buyurmuştur:
“Ey Kays! Sen öldükten sonra seninle birlikte bir yoldaş defnedilecektir. O diri, sen ise ölü olacaksın; iyi olursa, seni iyi ağırlar; kötü olduğu takdirde ise, istenmedik olaylara duçar eder. O seninle birlikte mahşere çıkar, sen de onunla. Sen ancak onun hakkında sorguya çekilirsin. O hâlde onu en güzel bir şekilde yerine getirmeye çalış. Çünkü iyi olması durumunda onunla ünsiyet bulursun; aksi durumda korkup dehşet ettiğin tek şey o olur. İşte o senin amelindir.” (Bihar-ul Envar, c.7, s.228, c.71, s.170, c.77, s.113 ve 178)
Amellerin tecessümüyle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim, hadisler, bilim ve bilim adamlarının görüşünü öğrenmek için bkz. Numune tefsiri, c.2, s.378, c.21, s.228 ve c.26, s.62… el-Mizan Tefsiri, c.1, s.355; c.18, s.194
[2]– Hucurât, 14
[3]– A’râf suresinin 172. ayetine işaret eder: “Hani Rab–bin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetle–rini almış ve; ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye onları kendilerine şahit tutmuştu da; ‘Evet, (buna) şahidiz!‘ demişlerdi.”
[4]– Bkz.17. dipnot.
[5]– Bu ayetin (Bakara, 2) tefsiriyle ilgili bir hadiste İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) şöyle rivayet edilir: “Ayette geçen ‘el-Kitap‘tan maksat Emir-ül Müminin Ali‘dir.” (Bihar-ul Envar, c.24, s. 351; s.41, s.244; c.2, s.21 ve c.35, s.402)
İmam Sadık’tan (a.s) rivayet edilen bir hadis ise şöyledir: “Bu ayetteki ‘muttakiler‘den maksat Ali (a.s) Şia’sıdır.“ (Bihar-ul Envar, c. 51, s.52 ve c.52, s.124)
[6]– Bakara, 256
[7]– Âl-i İmrân, 182
[8]– Tevbe, 70
[9]– Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: “İnsanlar uykudadır, ancak ölünce uyanırlar.” (Bihar-ul Envar, c.4, s.42; c.6, s.277 ve c.50, s.134)
[10]– Bihar-ul Envar, c.12, s.205
[11]– Zümer, 56
KaynaK: Ölümle Başlayana Yolculuk