Berzahta Geçici Rahatlık

Yüksek binalar, şarıldayarak akan nehirler, hoş kokulu bitkiler, meyveli ağaçlar, güzel hizmetçiler, yerinde ve güzel sözler, gönül okşayan şarkılar, nefis ye-mekler ve tatlı içeceklerle dolu şehre girdim.

Susuz, kurak ve emniyetsiz çöllerde, Siyah’ın eziyetlerinden gına geldikten sonra böyle bir yerde olmak, Adn Cennetinde olmaktan farksızdı benim için.

Hâdi’ye duyduğum sevgi olmasaydı şayet, buradan hiç ayrılmak istemezdim.

“Emin belde, katıksız mey, müşfik refik

Sürekli müyesser olursa, ne güzel tevfik.”

Burada, daha önce tanıdığım dinî ilim öğrencileriyle görüştüm… Geceyi istirahata çekildik. Sabahleyin onlarla birlikte geze geze şehrin dışına çıktık.

Narinciye güllerinin kokusuyla yoğrulmuştu şehrin havası; gezdiğimiz hâlde başımızdan geçen olayları da birbirimize anlatıyorduk.

Bu yolun yolcularının, hareket hâlinde birbirlerinin hâlini sormaları pek nadir gerçekleşir olduğundan dolayı, ancak konakladıkları menzillerde birbirlerinin hâllerini sorabilirler.

“O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.”[1]

Siyah’tan kurtulduğumuz için Allah’a şükürler ediyorduk.

“Onların dualarının sonu da şudur: Hamt, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”[2]

Bu şehirde doyumsuz yemeklerle, sarhoş edici kokularla, güzel yüzlerle, ruhları okşayan şarkılarla, huzur veren bir güvenceyle, kalpleri dolduran bir ferahlıkla, kadifemsi göğüslere dokunmanın hazzıyla ve… aşina olduk.

“Çalışanlar, böylesi bir şey için çalışsın.”[3]

AMELLERİN KARŞILIĞI

“En hayırlı amele koş!” anlamında hareket zili çalındı. Azık torbalarımızı sırtlanıp harabe köye giden yol ayrımına yetiştik.

Siyahlar, kara duman gibi uzaktan göründüler…

Oranın sorumlusuna; “Bunlar bizimle olmasa, olmaz mı?” dedim.

Görevlinin cevabı şöyle oldu:

Bunlar, şehvet ve gazap gücüne sahip hayvanî ne-fislerinizin sureti ve sizden ayrılması imkânsızdır. Fakat bunlar bazen siyah, bazen siyah beyaz ve bazen de beyaz ve bu durumlarına göre sırasıyla isimleri Em-mare, Levvame ve Mutmainne isimlerini alırlar.[4] Beyaz ve mütmainne olunca, sizin için çok faydalı olur ve böylece çok yüce makamlara ulaşabilirsiniz, hatta meleklerin efendisi bile olabilirsiniz.

Dolayısıyla bu, gerçekte yüce Allah’ın size vermiş olduğu bir nimettir; ancak siz nankörlük edip bu nimeti belâya dönüştürdünüz.

Madde âleminde yapacağınızı yapıp ekeceğinizi ektiniz, şimdi bu bahar mevsiminde bunların yeşermesine engel olamazsınız.

Buğdaydan buğday, arpadan arpa yeşerir.

“Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?”[5]

İnleyen herkes, başkalarının değil, kendi yaptığından dolayı inler. Araplar derler ki:

“Sen yazda sütünü zayi ettin.”[6]

Siyahlar gelip çattı ve herkes kendi Siyahı’nı alıp yola koyuldu.

Aramızdan öne geçen ve geride kalanlar vardı…

Ben kendi Siyahımla hareket ederken, bir dağın e-teğine vardık.

Yol dar ve taş doluydu, dağın hemen yanında ise büyük bir dere vardı.

Derenin ortası dümdüzdü. Oranın havasının boğucu olacağını ve dağın üstünde hareket etmenin ise böyle bir sorun çıkarmayacağını düşünüyordum, kendi kendime.

Siyah, ne düşündüğümü anlamış olmalı ki, yanıma gelip görüşümü onayladı ve derenin dibinde, havanın boğuk olması dışında yırtıcı ve zehirli hayvanların da olduğunu, ayrıca dağın üstünde hareket edileceği durumunda, etrafın da rahatça seyredilebileceğini söyledi.

Dünya hayatındaki talebeliğimin ilk yıllarında, hep yüksekten uçtuğum ve herkesten üstün olma gayreti içinde olduğum için dağın üstünde yola devam etmeyi seçmiştim.

Dağa tırmanmaya başladık, ne doğru dürüst bir yol vardı, ne de can güvenliğimiz; hatta birkaç kez ayağımızı bastığımız taşların kaymasıyla birkaç metre aşağı yuvarlandık.

Son anda diken ve kaya parçalarına tutunarak derenin dibine yuvarlanmaktan zor kurtulduk.

Elimiz, ayağımız parçalandı, vücudumuzun her tarafı yara aldı, burnum da bir taşa çarparak kırıldı.

Siyah’a dedim:

— Dağın üstünden gitmekle ne iyi ettik ha! Etrafı da iyice seyretmiş olduk böylece! Keşke dereden gitseydik!

Siyah, her zamanki alaycı edasıyla;

“Yüce Allah, kibirlenen herkesi alçaltır ve üstünlük taslayanların da burnunu yere sürer.”[7] dedikten sonra ekledi:

“Bunları okudunuz, ama uymadınız.”

“Tat bakalım! Hani sen kendince üstündün, şe-refliydin.”[8]

Var gücümle kendimi oradan kurtarmaya çalıştım, nitekim başardım da.

İçim kan ağlıyordu…

Bizim önümüzde hareket eden zavallı da derenin dibine yuvarlandı.

Bağırabildiğince bağırıyor ve yardım istiyordu, Siyah’ı da yanı başında oturmuş alay ediyordu.

Epey sıkıntı ve zorluktan sonra nihayet düz yola çıkabildik ve başka bir zorlukla karşılaşmadık.

Ancak yorgunluk, susuzluk ve yaralarımın acısı kahrediciydi.

Ondan sonra Siyah her ne kadar bazı tercihler göstererek beni yoldan çıkarmak istediyse de ona uymadım.

Bu durumu gören Siyah meyus olup geride kaldı.


[1]– Abese, 37. bkz. Bihar-ul Envar, c.6, s.314

[2]– Yûnus, 10

[3]– Sâffât, 61

[4]– Ahlâk üstatları nefsin üç merhalesi olduğunu söylemişlerdir; Kur’ân-ı Kerim’de de bunlara değinilmiştir:

Nefs-i Emmare: Günah işlemeyi insana emreden ve istediği her tarafa çeken azgın nefistir; bu nedenle “emmare= emreden” denilmiştir.

Yûsuf suresinin 53. ayetinde buna şöyle işaret edilmiştir: “Doğrusu nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder.

Nefs-i Levvame: İnsan bu merhalede garizelerinin isyan etmesi sonucu, arada bir günah işleyebilir. Fakat hemen tövbe ederek nefsini kınamaya başlar ve günahını telâfi etmeye karar verir.

Kıyamet suresinin başında buna şöyle işaret edilir: “Kıyamet gününe yemin ederim. Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim.”

Nefs-i Mutmainne: Bu merhalede insan nefsini tamamen tasfiye, tezkiye ve terbiye ettikten sonra öyle bir makama ulaşır ki azgın garizeler onun karşısında uysallaşır. İşte bu, huzur merhalesidir.

Fecr suresinin son ayetleri ise buna vurgu yapmıştır:

“Ey mutmain nefis (huzura kavuşmuş insan)! Sen O‘ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. Kullarım arasına katıl ve cennetime gir.” (Numune Tefsiri, c.9, s.436)

[5]– Vakıa, 64

[6]– Arapça bir darbımeseldir. Dikkatsizliği yüzünden kadrini bilmediği ve kaybettiği bir şeyi arayan kimse için misaldir. (Mecma-ul Emsal-i Meydanî, c.2, s.83)

[7]– Bihar-ul Envar, c.101, s.109; c.75, s.122, 126; c.77, s.151, c.78, s.313

[8]– Duhân, 49

Kaynak: Ölümle Başlayan Yolculuk s.60-66

Admin Ehlibeyt

Admin Ehlibeyt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir