Müşrikler, Resulullah’ı (s.a.a) öldürme kararı aldılar. Her kabileden bir kişi seçilerek, Hz. Muhammed’e (s.a.a) böyle bir suikast yapılırsa, Haşimîler, bu kadar kabileye kan davasında bulunamayacaklardı. Bir rivayete göre, bu fikri şeytan yürüttü; bir rivayete göre de, Ebu Süfyan öne sürdü ve böylece oy birliği ile kabul edildi.
Cebrail (a.s), Resulullah’a (s.a.a) gelerek bu haberi ver-di ve dedi ki:
Allah-u Teala emrediyor ki: Bu gece Mekke’den çık!
Genel Kültür Ansiklopedisi‘nde geçen bilgiye göre, Müslümanların Mekke’den Medine’ye bölük bölük göç etmesiyle, burada pek kimse kalmamıştı; sadece Hz. Peygamber (s.a.a), Ebubekir ve Hz. Ali (a.s) kalmıştı. Cebrail (a.s), bu suikast haberini verince, Hz. Peygamber (s.a.a), yanına Ebubekir’i alarak Mekke’den çıkmıştır.[1]
Bir başka kitapta da, yukarıda geçen anlatıma yakın bilgileri görmekteyiz. Buna göre, Mekke’de, Allah Resulü’-nün (s.a.a) yanından ayırmadığı Hz. Ali (a.s) ve “en sadık dostu”(!) Ebubekir’den başka kimse kalmamıştı. Peygam-ber efendimiz (s.a.a), kapıdan çıkarak hiç ses çıkarmadan, dua okuyarak Ebubekir’in kapısına gitti.[2]
Görüyoruz ki, birçok kitapta böylesine yanılgılar bulunmaktadır. Bu yanılgı, tarihsel bir saptırmanın ürünüdür ve bu saptırma, sırf Ebubekir’i yüceltmek için yapılmıştır.
Bakalım, Yüce Allah (c.c), “hicret”e ne anlam yüklemiştir? Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihat edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah gafur ve rahimdir.[3]
Ebubekir’in “hicret”teki yerini şimdi göstereceğiz: Mer-hum Lütfullah Ahmed Efendi, eserinin 191. ve 192. sayfalarında, Aişe Validemizin ağzındanmış gibi, belki de uydurularak söylenen bir rivayet hakkında şöyle bir değerlendirme yapmaktadır:
Hz. Aişe’den nakledildiği yazılan bu söylentide bazı tezatlar görülmektedir. Şöyle ki:
1- Peygamber’in (s.a.a) kendi evinden çıktığı Kur’-ân ayetinde sabit olduğuna göre, Ebubekir’in evinden çıkması mümkün değildir.
2- Kureyş’in Peygamber’i (s.a.a) aramasına rağmen kölenin ona süt taşıması ve mağara civarında dolaşması çok garip bir şeydir.
3- İzlerini kaybettirmek için, parmaklarının ucuna basarak giden Hz. Peygamber’le (s.a.a) Hz. Ebubeki-r’in ihtiyatlarına rağmen, her gün Abdullah’ın onlara haber götürmesi de biraz tedbirsizlik gibidir. Hz. E-bubekir’in kölesi de güya her gün süt götürürmüş.
4- Bu işin gizli tutulması, Allah (c.c) tarafından Peygamber’e (s.a.a) emredilmiş, Peygamber de kendisi yatıyormuş gibi sansınlar diye, Hz. Ali’yi (a.s) yatağında yatırarak gizlice çıkıp gitmiştir. Bu husus, Kur’ân ayeti ile sabittir.
Merhum Doktor Mehmet Ali Dermani’nin yazmış olduğu “Hz. Ali (a.s)” isimli külliyatın 2. cildinde, sayfa 41 ve 42’de ve başka sayfalarda bu hususta, geniş açıklamalar vardır. Biz şimdi, hicret olayının başlangıç kısmına bir göz atalım:
Resulullah (s.a.a), Hz. Ali’yi (a.s) kucaklayıp yüzünden öptü; ağlayarak kendi yerine yatırdı ve “Ya Ali! Seni, Allah’a emanet ettim!” deyip hicret etmek üzere yola çıktı. Biraz yol yürüdükten sonra, birisi gelerek önünde durdu. Resulullah (s.a.a), bu kişinin Ebubekir olduğunu anladı. Resulullah (s.a.a), “Ey Ebubekir! Allah’ın buyruğunu size bildirmiştim; gelmeniz neden icap etti?” dedi. Ebubekir, “Ya Resulallah! Senin için korkup ızdıraba düştüm; evimde oturmaya ve seni yalnız bırakmaya razı olamadım!” diye cevap verdi. Hz. Peygamber (s.a.a), hayrete düşmüşken, Cebrail (a.s) nazil olup buyurdu:
Ya Resulallah! Ebubekir’i bırakacak olursan, kâfirler yetişip Ebubekir’i yakalayacaklar ve senin ardınca gelip belki seni de öldürecekler!
Resulullah (s.a.a), ister istemez, Ebubekir’i yanına aldı.
İşte Ebubekir’in hicreti! Resul-i Ekrem’in (s.a.a) sözlerine dikkat edelim:
Ey Ebubekir! Allah’ın buyruğunu size bildirmiştim; gelmeniz neden icap etti?
Şimdi, bir başka kaynağa, Caferiyye-İmamiyye anlayışına göre, Resulullah’ın (s.a.a) hicreti hakkında ne deniyor, ona bakalım:
Rivayet edildiği üzere, müşrikler Resulullah’ı (s.a.a) öldürme kararı aldılar. Bunun üzerine, Cebrail (a.s), vahiy getirdi:
Ey Peygamber! Habibim! Bil ki, senin hakkında, Kureyş’in bir kısmı, seni katıra bindirip ayaklarını katıra bağlayarak; bir kısmı da seni bir bodruma atıp aç-susuz bırakmak suretiyle ölümünü sağlamayı; bir kısmı da seni öldürmek için bir adam tayin edip, her kabileden de bir adam seçerek onların marifetiyle seni evinde öldürmeyi kararlaştırdılar. Onun için, sen onlara fırsat vermeden buradan ayrıl; yatağına da Ali’yi yatır ve öylece uzaklaş!
Resul-i Ekrem (s.a.a), bu durumu ashabına duyurdu ve dışarı çıkmamalarını tenbihledi. Daha sonra, amcasının oğlu Hz. Ali’yi (a.s) çağırdı; durumu ona anlattı ve dedi ki:
Ey Ali! Kureyşliler bana tuzak kurup beni öldürmek için bir araya geldiler. Rabbim ise bana kavmimin yurdunu terk etmemi vahyetti. Benim hadrami hırkama bürünerek benim yatağımda yat! Böylece benim yatağımda yatmakla izimi onlardan saklamış olacaksın. Buna karşı sen ne diyeceksin ve ne yapacaksın?
O sırada, Hz. Ali (a.s) ağladı. Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu:
– Ey amcaoğlu! Yoksa benim yerime yatmaktan mı korktun?
Hz. Ali (a.s) cevap verdi:
– Ya Resulallah! Bir değil, bin canım olsa, senin yolunda feda olsun; lakin ayrılığına üzüldüm!
Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’yi (a.s) okşayarak: “Üzülme! İyi olur!” dedi ve sonra, vasiyette bulundu:
– Borçlarımı öde, kimlere ne vaadim varsa, onları ver! Üç gün geçtikten sonra, seni Medine dışında bekleyeceğim! Sensiz Medine’ye girmem! Kızım Fatıma’yı, annen Fatıma’yı ve halan Fatıma’yı da al, öyle gel!
Resulullah (s.a.a), bu vasiyetlerini bitirdikten sonra, Hz. Ali’yi (a.s) yerine yatırdı ve evinden çıktı. Öldürmeye gelen şahıslar, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) evini sardılar. Ebu Leheb, Peygamber’in (s.a.a) amcasıydı, iman etmemişti. Dedi ki: “Gece öldürürseniz, Kureyş için, ar olur!”
Sabahı beklemeyi kabul ettiler. Hazret (s.a.a) dışarı çıktığında, bir avuç toprak alarak bunların yüzlerine serpti. Yasin Suresi’ni okuyarak çıkmıştı. Müşriklerin gözleri kapandı. Peygamber’i (s.a.a), ne önlerinden, ne de arkalarından görebildiler.
Resulullah’ın (s.a.a) attığı toprak hangilerinin üzerine temas ettiyse, Bedir Savaşı’nda hepsi öldürülerek cehenne-me gittiler.
Resul-i Ekrem (s.a.a), bu durumu ashabına duyurdu ve dışarı çıkmamalarını tenbih etti. Daha sonra amcası oğlu Ali’yi (a.s) çağırdı, durumu ona anlattı ve şöyle dedi:
Ey amcaoğlu! Benim abamı da üzerine ört ve benim yatağımda yat ki, düşmanlarım seni ben zannetsinler. Ben de Sur Mağarası’nda üç gün saklanacağım, ondan sonra, Medine’ye hicret edeceğim.
Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Sur Mağarası’na giderken Ebu-bekir ‘in evinden değil, kendi evinden çıktığı Kuran’ı kerim ile sabittir.[4]
Resulullah (s.a.a), Sevr Mağarası’na doğru ilerlemeye devam etti; ama arkadan bir karartının geldiğini görünce, Hazret (s.a.a), biraz daha hızlı yürüdü ve ayağı taşa takılarak yaralandı. Karartı yaklaşınca, bunun Ebubekir olduğunu anladı. Hazret (s.a.a) buyurdu ki:
– Niye dışarı çıktın? “Ashaptan kimse dışarı çıkmasın!” demiştim.
Ebubekir dedi ki:
– Ya Resulallah! Beni de arkadaşlığa kabul et!
Hz. Peygamber (s.a.a) Ebubekir’i geri çevirmek istedi¸ancak Cebrail (a.s) nazil olup dedi ki:
– Ya Resulallah! Ebubekir’i geri çevirirsen, müşrikler yetişir ve onu yakalarlar. Sonra, senin izini de takip ederek seni öldürürler!
O zaman, Resulullah (s.a.a) mecburen onu da yanında götürdü.
İzciler, mağaraya kadar izleri sürdüler. Yüce Allah, ö-rümceğe emretti ve o da mağaranın kapısını ağıyla ördü. Güvercin de yuva yaptı. İzciler, burada insan olamayacağı-nı sandılar. O zaman, Ebubekir korkup üzülerek, “Ya Re-sulallah! İçeri girecekler!” deyince, Resulullah (s.a.a), “Üzülme! Muhakkak ki Allah, bizimle beraberdir!” dedi.
Diğer taraftan, Kureyşliler, sabaha kadar Hz. Peygamber’in (s.a.a) evinin etrafında beklediler. Ortalık aydınlanınca, hepsi içeri girdiler. Abayı kaldırdıkları zaman, Hz. Ali’yi (a.s) gördüler. Ebu Cehil, dedi ki:
– Bu da ölümü hak ediyor, bunu da öldürelim!
Hz. Ali’ye (a.s) sordular: “Muhammed’e ne oldu?” Gece, Peygamber’in (s.a.a) çıkıp gittiğini Şeytan bunlara haber vermişti. Hz. Ali’nin (a.s) bunlara, “Beni uyandırıp ba-na soruyorsunuz ha!” demesi ve hiddetli bakışı sebebiyle Ebu Cehil korktu. Öldürmekten vazgeçerek evden çıkıp Peygamber’i (s.a.a) aramaya gittiler.
Hz. Peygamber (s.a.a) evinden ayrılmadan Hz. Ali’yi (a.s) kendi yatağına yatırmış ve Sur Mağarası’na gitmiştir. Bu sırada, Yüce Allah Cebrail (a.s) ile Mikail’i (a.s) çağırdı ve dedi ki:
Sizi yaratırken, kardeş olarak yarattım; lakin birinizin ömrünü diğerinden kısa yaptım. Şimdi, hanginiz bu kısa ömrü kabul edersiniz?
İkisi de uzun ömre talip olunca, şöyle buyurdu:
Yere inin; şu anda, Ali’yi görün! Öyle kardeş ki, kendi benliğini Muhammed’e feda ediyor! Siz ise, bir diğerinden kısa olan ömrü kabul etmiyorsunuz!
Yüce Allah (c.c) bir ayette şöyle buyuruyor:
İnsanlar içerisinde öylesi var ki, Allah’ın rızasını kazanmak için, kendi nefsini feda etmektedir. Allah, kullarını sevendir.[5]
Hz. Ali’nin (a.s) bu yoldaki fedakârlığının karşılığı olarak, Allah (c.c) indindeki şan ve şerefini isbat edecek bir bilgiye, burada yer vermeden geçmeyelim:
Kıyamet günü, tüm insanlar hesaba çekileceği za-man, Allah (c.c), bir günahkârı hesaba çekerken, bu kişi, Ali (a.s) dostu olduğundan dolayı, onun namaz ve orucunu affedecek; kul hakkına karışmayacak. Kula borçlu olan Ali (a.s) dostu, Ali’nin (a.s) huzuruna gidip şefaat isteyecek. O zaman, Hz. Ali (a.s) alacaklıya, “Buna hakkını bağışla!” diyecek. Alacaklı da şöyle diyecek: “Ya Ali! Bir şartım var, onu kabul edersen, ben de hakkımı, bu senin dostun olan kula bağışlarım!” O zaman, Hz. Ali (a.s) soracak: “Peki, şartın nedir?” Alacaklı kul şöyle der: “Ya Ali! Resulullah’ın yatağında yattığın gece alıp verdiğin nefesinin bir tanesini istiyorum!” der. İmam Ali (a.s), “Verdim!” der. Alacaklı, hakkından vazgeçer; bir nefesin karşılığı olarak Allah (c.c), ona, uçsuz bucaksız bir cennet verir.
Selâm olsun Hz. Ali’nin mürşidi Resul’e! Kendine (a.s), Fatıma’ya (a.s) ve evlâdına kıyamete kadar selâm olsun! Allah (c.c), bizleri onların şefaatlerinden mahrum etmesin! (Âmin)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) ve Ebubekir, Sevr Mağarası’nda üç gün kaldıktan sonra, Medine yolunu tuttular. Yol kenarında bir barınağa vardılar. Ev sahibi yaşlı bir kadındı. Resul-i Ekrem (s.a.a) biraz süt istedi. Kadıncağız işaret ederek, “İlerideki çukurda bir zayıf koyunum var, o da yattığı yerden kalkamıyor; sütü falan yoktur!” dedi. Resul-i Ekrem (s.a.a), koyuna doğru ilerleyince koyun ayağa kalktı. Hz. Peygamber (s.a.a), elini koyunun sırtına sürerek kadından bir tas istedi. O, arşa değen elleri ile koyunu sağdı. O, Ebubekir ve kadın, koyunun sütünden doyuncaya kadar içtiler. Kadın, bu hikmete hayran kaldı. “Ayağı sakat bir oğlum var!” dedi ve Resulullah’ın (s.a.a) yanına getirdi. Hz. Peygamber (s.a.a), o sakat ayağa, mübarek elini sürünce, o da öteki sağlam ayak gibi oldu. Kadının oğlu yürümeye başladı.
Yine yollarına devam ettiler. Takipçiler, iki deve yolcusunun gittiğini görünce, onlardan biri, devesini hızla sürerek Resulullah’ın (s.a.a) yanına yaklaştı. Resul-i Ekrem (s.a.a) geriye dönüp buna bakınca, deve yarıya kadar toprağa gömüldü. Takipçi pişman olarak, Resulullah’tan af diledi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) Allah’a (c.c) dua etti ve toprak deveyi bıraktı.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) ve Ebubekir, Medine ke-narındaki Kuba mahallesine vardılar. Hz. Peygamber (s.a.a), “Ya Ebabekir! Ben, Ali’ye (a.s) söz vermiştim. Ali (a.s) ge-lene kadar ben Medine’ye girmeyeceğim!” dedi.
Ebubekir beklemedi; Medine’ye gitti. O gün, cuma günüydü. Cebrail (a.s), Cuma ayetini getirdi. Resul-i Ekrem (s.a.a), kum üzerine Kuba Mescidi’nin şemasını çizdi ve ilk cumayı burada kıldı. Bu mahalleye muhacirler yerleştikten sonra, mescidi inşa ettiler. Resulullah’ı (s.a.a) davet edip Medine’den getirttiler. Bir cuma günüydü. Resulullah (s.a.a) Kuba Mescidi’nde Cuma Namazı’nı kıldırdı. Bu ayet ge-reğince, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
Benim ömrüm boyunca ve ben öldükten sonra da bu farziyete ümmetim de devam edecek. Her kim Cuma namazını sebepsiz olarak terkederse, o, münafıktır!
Diğer bir hadiste de şöyle buyurmuştur:
Kim Cuma Namazı’na giderse, Allah, cehennem ateşini o vücuda haram eder.
Ebubekir’in, Sevr Mağarası’nda Peygamberimiz (s.a.a) ile beraber olup arkadaşlık yapması, onu yüceltmemizi ge-rektirmez. Kaldı ki, Resul-i Ekrem (s.a.a), onun kendisiyle gelmesini istemiyordu. Hz. Peygamber’in (s.a.a), zaman zaman yol arkadaşlığı yaptığı çok kişi olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.a), inanmış kişilerle de, inanmamış kişilerle de, bu arada münafıklarla da, fasıklarla da yol arkadaşlığı yapardı.
Tevbe Suresi’nin 40. ayetinde Allah (c.c), Hz. Muham-med’le (s.a.a) Ebubekir’in mağaraya sığındığını anlatmak-tadır. Allah Resulü’nün (s.a.a) yanında durmakla, yüzüne bakmakla, bir kişi, hiçbir salih amel sahibi olamaz; ancak ona itaat etmekle, Allah Resulü’nün (s.a.a) emirlerine uymakla, salih amel sahibi olabilir.
Ebubekir’in mağaradaki durumu hakkında daha fazla bilgi almak istiyorsanız, Büyük İslâm âlimi Merhum Ab-dulhüseyin Ahmed Eminî’nin el-Gadir adlı kitabının VIII. cildine müracaat edebilirsiniz.[6]
[1]– Tercüman gazetesinin neşrettiği Genel Kültür Ansiklopedisi, 1985, s.561
[2]– M. Necati Bursalı Efendi’nin yazdığı 1977’de Çile Yayınları tarafından neşredilen “Hz. Ali (a.s)” isimli kitabı, s.64 ve devamı.
[3]– Bakara, 218
[4]– Enfâl Suresi: 30
[5]– Bakara Suresi: 207
[6]– H. 1371, s.41- 46