HZ. MUHAMMED’İN (s.a.a) AY MUCİZESİ

Bir gün Ebu Cehil, Ebubekir’in yanından geçerken dedi ki: “Muhammed, her gün cemaatı toplayarak Allah’ın birliğinden ve kendisinin de O’nun peygamberi olduğundan bahsediyor. Bugüne kadar ona yaptığım hürmet yeter; yemin olsun putlara ki, yarın Malik oğlu Habib’i davet ede-ceğim. Benî Haşim’i ve Muhammed’i de oraya çağıracağım; herkesin huzurunda münazara edecekler. Habib, ilimde ve hikmette çok kuvvetli bir şahsiyettir; Muhammed onunla baş edemeyecektir. O zaman, Kureyşlilerin yüzü ak, Haşi-mîlerin yüzü kara olacak!”

Durum Hz. Peygamber’e (s.a.a) anlatıldı. O anda, Cebrail indi ve Hz. Peygamber’e (s.a.a) selâm verdi ve dedi ki:

Allah şöyle buyuruyor: İzzet ve celalime yemin ederim ki, senden şerefli ve senden aziz kimseyi yaratmadım. Korkma! Ben seninleyim, senin elinle Ha-bib’e hakikati göstermek için, bir mucize göstereceğim. Habib’in bir kızı var, onun kulakları, gözleri, elleri ve ayakları yoktur. O, kızını İbn Abbas isimli birisine sözledi. İbn Abbas ise, kızın bu hâlini bilmi-yor, bir an önce evine götürmek istiyor; Habib ise, işi uzatıyor. Şimdi, Habib de o kızı Kâbe’ye getirip Kâbe’yi tavaf ettirip zemzem suyundan içirecek, Allah’tan şifasını isteyecek. Habib yine düşünüyor ki bu kı-zı Muhammed’in yanına götürüp “Mademki sen peygambersin, peygamberliğin doğru ise, Allah’tan bunun şifasını iste!” diyecek; sen, Habib ile yapacağın münazaradan galip çıkacaksın.

Cebrail’den (a.s) bunları öğrenince, Peygamber (s.a.a) rahatladı. Hac mevsimi gelmişti, hacılar Kâbe’ye gelmeye başlayınca, Habib de büyük bir toplulukla beraber Kâbe’ye geldi. Ebu Cehil ve birçok müşrik Habib’i karşıladılar. Zaten Habib de putperest idi. O zaman, yüz altmış yaşlarındaydı. Habib gümüşten bir taht üzerinde oturmuştu, etrafı altın işlemeliydi. Ebu Cehil ve arkadaşları Hz. Muhammed’i (s.a.a) Habib’e şikâyet ettiler:

Bizim putlarımıza küfür ediyor, kendisini Allah’ın peygamberi olarak tanıtıyor, bazen gökyüzüne bakıyor, Cebrail geldi diyor. Şimdi senden isteğimiz Muhammed ve Haşimoğulları’nı senin huzuruna çağıralım, bizler de toplanalım, huzurumuzda münazara edin.

Habib bu teklifi kabul etti. Ertesi gün münazaranın yapılacağını herkese duyurdular. Bütün cemaat, Ebteh denilen yerde toplanmaya başladı.

Habib ve adamları çadırlarını kurdular. Habib, özel ça-dırının önünde güzel bir taht kurdurmuştu, Arab’ın büyükleri de Habib’in sağında ve solunda oturmuşlardı. Bu hâli Peygamber’e (s.a.a) bildirdi. Hz. Peygamber (s.a.a), ashaptan birini bir daha toplantı yerine gönderdi, onların hâlini iyice keşfetmesini istedi. Geri dönerken tekrar Ebu Cehil’e rastladı. Ebu Cehil’in müşrikleri toplantı yerine götürmekle meşgul olduğunu gördü. Gördüklerinin hepsini Hz. Peygamber’e (s.a.a) anlattı; ancak Haşimoğulları toplantı yerine gelmemişlerdi.

Habib, meclisin büyüklerinden kırk kişiyi Haşimoğul-ları’nı çağırması için gönderdi. Bu kişiler Ebu Talib’e giderek Habib’in davetini bildirdiler. Ebu Talib, nazik bir dille, “Siz gidin!” dedi ve biraz sonra geleceklerini bildirdi. Adamlar gittikten sonra, Haşimoğulları toplandı. Ebu Talib, peygamberlerden intikal eden Hz. Âdem’in (a.s) gömleğini, Hz. Şeys’in (a.s) abasını, Hz. İsmail’in (a.s) imamesini, Hz. İbrahim’in (a.s) cübbesini üzerine almış, Hz. Şuayb’ın (a.s) ayakkabılarını da giymişti. Toplu olarak Ebteh’e gittiler. Cemaat, Haşimoğulları’na yol verdi. Habib’in huzuruna gelerek selâm verdiler ve karşısına oturdular. Halk, merakla bunlara bakıyordu.

Habib dedi ki:

– Ey Ebu Talib! Sizin fazilet ve şerefinize Araplardan kimsenin bir diyeceği yok; lakin sizin içinizden birinden Safa ve Betha büyükleri şikâyetçiler. O, peygamber olduğunu iddia ediyormuş; şimdiye kadar mucizesiz bir peygamber görülmemiştir. Onun için, yeğeninin de kendisini peygamber olarak kabul ettirebilmesi için, bir mucize göstermesi gerekiyor. Bu cemaat da onu görsün, inansın; siz de gayet iyi biliyorsunuz ki, büyük bir alamet olmadıkça ona peygamber demek münasip olmaz!

Ebu Talib cevap verdi:

– Bu bahsettiğiniz adam, delilsiz ve ispatsız söz söylemez. Bu cemaata sorun bakalım, Muhammed’den bir yalan söz işitmişler mi?

Cemaattan çoğu:

– O, doğru konuşan emin bir kişidir; ancak bir şey getirmiştir ki, ona tahammül edemiyoruz, dediler.

Habib’in:

– Ben, onu tanımak ve delillerini görmek isterim, demesi üzerine Ebu Talib:

– Madem görmeyi arzu ediyorsunuz, öyleyse adamlarınızı gönderin, buraya gelsin, dedi.

Habib bunun üzerine, Peygamber’i (s.a.a) çağırmak için adam gönderdi; giden adamlara Ebu Talib dedi ki:

– Hatice’nin kapısını hafifçe vurun, Muhammed çıkacaktır; ona amcalarının Habib’in toplantısında olduğunu ve buraya gelmesini istediklerini söyleyin.

Ebu Cehil’in, Habib’e:

– Ey Habib! Şayet, Muhammed buraya gelmekten çekinirse, senin onu zorla getirmen gerekir, demesi üzerine, Ebu Talib kızarak:

– Senin dilin kopsun! Muhammed neden korkacak ki gelmesin? diye cevap verdi.

Haberci gitti, Peygamber’i (s.a.a) toplantıya davet etti. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

– Sen git, ben hemen geleceğim!

Peygamber (s.a.a), toplantıya layık elbiselerini giydi. Hoş kokular sürünüp evden çıkarken, Cebrail (a.s) indi ve dedi ki:

Allah sana selâm gönderdi ve buyurdu ki: “İzzet ve celalime yemin olsun ki ben, Muhammed’le beraberim!” Yüce Allah (c.c), beni ve otuz bin meleği se-nin emrine verdi; yukarı bak!

Peygamber (s.a.a) yukarı baktığında, bölük bölük melekleri gördü, buna sevindi. Habib’in meclisine doğru yola çıktı. Hazret’in (s.a.a) nuru Mekke dağlarını aydınlattı. Melekler, Hz. Peygamber’in (s.a.a) etrafında tekbir getirerek gittiler.

Hz. Peygamber (s.a.a) toplantı yerine geldiğinde, yüzünün nuru yeri göğü kapladı. Bütün gözler Peygamber’e (s.a.a) çevrildi. Yüz doksan kabile büyüğü orada toplanmıştı; hepsi ayağa kalktı. Abdulmuttalib’in çocukları, herkesten evvel ayağa kalkmıştı. Cemaatin içine bir korku gir-di, kimsede söz söyleyecek hâl kalmamıştı; nihayet Habib dedi ki:

– Ey Muhammed! Arap önderlerinin dediklerine göre, sen onlara demişsin ki: “Ben, Allah tarafından, mevcutlara ve gaiplere gönderilmiş bir peygamberim!”

Hazret (s.a.a) buyurdu ki:

– Evet, doğrudur! Beni, Allah gönderdi. Hak dini, hâkim kılmak için geldim!

Habib dedi ki:

– Ey Muhammed! Her peygamberin bir mucizesi vardır; öyle ki, Hz. Nuh’un, Hz. Davud’un, Hz. İbrahim Halil’in, Hz. İsa’nın birçok mucizesi oldu. Eğer sen de peygamber olduğunu iddia ediyorsan, mucize göster de herkes i-nansın!

Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu:

– Ne mucizesi istiyorsun? Söyle, Allah’ın izniyle göstereyim!

Habib dedi ki:

– Ebukubeys dağına çık! Ay, bedir hâlinde iken, onu aşağıya indir. Daha sonra o, yedi defa Kâbe’yi tavaf etsin; secde ettikten sonra da senin yanına gelsin, seninle konuşsun ve ikiye ayrılsın. Yarısı sağından, yarısı solundan çıkıp birisi doğuya, birisi batıya gitsin ve daha sonra, her ikisi gökyüzünde birbirine kavuşsun; eski yerine dönsün. Şayet bu dediklerimi yaparsan, senin peygamber olduğuna iman ederiz!

Bunun üzerine Ebu Cehil, Habib’e dedi ki:

– Ey Habib! Allah (c.c) sana rahmet etsin, bu endişeyi aramızdan kaldırsın; kalplerimizi rahata eriştirsin!

Peygamber (s.a.a) buyurdu ki:

Ey Habib! Bundan başka bir şey istiyor musun?

Habib, “Hayır!” dedi, evine gitti.

Ebu Cehil ise, kendi adamlarına dedi ki:

– Yemek kazanlarınızın islerini toplayın, develerin idrarı ile karıştırın, biraz da kül katın, yakında Haşimoğulları rezil olacak; o zaman, ben size emir vereceğim, onların yü-züne süreceksiniz!

Diğer taraftan, Peygamber (s.a.a) eve geldiğinde, durumu Hz. Hatice’ye (a.s) anlattı ve Hz. Hatice (a.s) ağladı. Hazret (s.a.a), “Ey Hatice! Ağlama! Allah büyüktür, beni düşmanın yanında küçük düşürmez!” diyerek hanımını teselli etti. Peygamber (s.a.a), namazda dua ediyordu:

Ey Yüce Allah! Sen vaadinde duransın, beni müşriklerin yanında mahcup etme!

O sırada, Cebrail (a.s) indi ve dedi ki:

Ey Muhammed! Allah, sana selâm gönderdi, “İzzet ve celalime yemin olsun ki, eğer istersen, gökleri yere getiririm! Ay’ın tasarrufunu sana verdim!” dedi. O, Hz. Âdem’in yaratılışından bin yıl evvelinden bunu böyle buyurmuştur.

Cebrail (a.s), sonra da şöyle dedi:

Ey Muhammed! Huzurunda hazırım! Şayet ay, senin emrin hilafına hareket ederse, onu makamından ihraç ederim; şimdi ben önde, sen arkamda, buyur gidelim!

O akşam, bütün Haşimoğulları Hazret’in (s.a.a) evinde toplandı, Güneş gurup etti. Ebu Talib heyecanlandı ve kardeşi Abbas’a, “Muhammed, acaba bu mucizeyi yapabilecek mi? Ben, bunu Muhammed’den (s.a.a) bir şiirle soracağım.” dedi. Bunun cevabını, Resulullah’ın (s.a.a) yerine, gaipten bir ses verdi:

Muhammed, Allah’ın elçisidir ve Allah, onun işine daima kefildir; düşmanlarının yalanını yok eder!

Daha sonra Peygamber (s.a.a), amcasına hitaben şöyle buyurdu:

Ey Amca! Kalbine asla şüphe girmesin, yemin olsun Allah’a ki, ben bu işi başaracağım!

Nihayet akşam oldu. Ay, gökyüzünde her zamankinden daha parlak ve nazlı nazlı yükseliyordu; Peygamber’e (s.a.a) tebessüm ediyordu. Adeta babasından sevgi ve şefkat bekleyen bir çocuk heyecanı vardı üzerinde.

Habib’in adamları, Kureyşliler ve Peygamber’in (s.a.a) ashabı, yavaş yavaş Ebukubeys Dağı’na akın etmeye başladılar. Hepsi toplanıp yerlerini almışlardı, Peygamber’i (s.a.a) merakla bekliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.a), yanına Hz. Ali (a.s), Hz. Hamza (a.s) ve Zübeyir’i alarak Ebu Kubeys Dağı’na geldi ve en yüksek tepesine çıktı. Cebrail (a.s), Peygamber’e (s.a.a) dedi ki:

Ey Muhammed! Allah’tan dileğini iste!

Hz. Peygamber (s.a.a), ellerini gökyüzüne kaldırarak buyurdu ki:

Ey benim Habib’im! Sen ki, verdiğin vaatlere aykırı davranmazsın. Ey O Âl-i Cenab ki, yerde ve gökte hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz!

Ey Ulu Allah’ım! Müşriklerin benden istediklerini biliyorsun, benim yanındaki makamım hürmetine onları yerine getir!

Dua biter bitmez, Allah (c.c) zulmet memuruna emir verdi. O saniyeye kadar, adeta bir gündüz ışığında bulunan yeryüzüne öyle bir karanlık verdi ki, göz gözü görmedi. Karanlığın verdiği korku ile herkes ürperdi, kimseden çıt çıkmıyordu. Binlerce insanı nefes kesen bir heyecan bürümüştü. O sırada Hz. Peygamber (s.a.a) gökyüzünün kralı olan şaha kalkmış bir at gibi ilerlemekte olan aya hitaben şöyle buyurdu:

Ey ışıyan ay! Ey Allah’ın takdiri üzere kendi yörüngesinde dolaşan alamet! Seni yaratan hürmetine, istenileni yerine getirmek üzere, gel!

Dua biter bitmez, ay, uçarak geldi… ve fasih bir lisan-la, “Eşhedu en la ilâhe illallahu vahdehu la şerike leh ve enne Muhammeden Resulullah” diyerek… bir parçası do-ğuya, bir parçası da batıya gitti ve bu iki parça geri dönüp birbirine yapıştı, gökteki eski yerinde karar buldu.

Ebu Cehil halen bu işe, “sihir” diyordu. Habib dedi ki:

– Ey Muhammed! Gerçekten sen Allah’ın Resulü’sün; sözlerin de doğrudur!

Orada bulunanlardan birçok insan, bu mucizeyi gördükten sonra iman ettiler.

Resulullah (s.a.a) sabahleyin, Habib’in çadırına gitti ve dedi ki:

– Ey Habib! “La ilâhe illallah Muhammedun Resulul-lah” de!

Habib şöyle cevap verdi:

– Ben, şimdi bunu demeyeceğim; zira seninle yapacağım bir akitten sonra, diyebilirim.

Peygamber (s.a.a) tebessüm ederek buyurdu ki:

Herhâlde kızının şifası ile ilgili bir akit olsa gerek! Kızının gözü, kulağı ve ayağı yoktur; onun şifasını şart koşacaksın, değil mi?

Habib, Peygamber’e (s.a.a) sordu:

– Ey Muhammed! Bunu size kim söyledi? Bunu kimseler bilmiyordu!

Peygamber (s.a.a):

– Allah’ım bana haber verdi, dedi.

Bunun üzerine Habib:

– Senin Allah’ın ona şifa verebilir mi? deyince, Hz. Muhammed (s.a.a):

– Evet, dedi. Benim Allah’ım çürüyen kemiği dahi diriltir.

Habib dedi ki:

– Senin Allah’ın, kızıma şifa versin, iman edeceğim!

Hz. Muhammed (s.a.a) Allah’ın (c.c) fermanıyla Cebrail’e (a.s) emir verdi. O da Habib’in evinde olan kızını he-men Peygamber’in (s.a.a) huzuruna getirdi. Hazret (s.a.a), abasını kızın üzerine örttü ve kıza buyurdu:

Ey babanın sulbünden meydana gelen; konuşmak-tan, yürümekten, işitmekten aciz olan, bu hastalıklara sahip olan! Güzellik bakımından, ay gibi hastalıksız ve kurtulmuş olarak dön!

Kız, Peygamber’in (s.a.a) duasına mazhar olup bütün noksanlıkları tamamlanarak vücut buldu. Hazret’e (s.a.a) hitaben dile geldi ve dedi ki:

Eşhedu en la ilâhe illallahu vahdehu la şerike leh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Resuluh.

Orada bulunanlar ise şaşırıp kalmışlardı. Habib, sevincinden uçuyordu; birçok adamı ile iman edip Müslüman oldu.

Burada aktardığımız ay mucizesi, değerli âlimlerimizden birinin -ruhu şad olsun- yazmış olduğu Doğru Yol isimli kitaptan alınmıştır. Bu kıymetli eseri yazan, Malik Mehmet Işıklı’dır.[1] Bu değerli âlimimizin 30.06.1972 tarihinde yazmış olduğu Doğru Yol isimli kıymetli eser, hemen hemen piyasada kaybolmaya yüz tutmuştur. Sevgili Peygamberimizin (s.a.a) Yüce Allah (c.c) katındaki kıymetini ifade eden bu değerlerin kaybolmaması için, ben de yazmış olduğum şu küçük eserime bu kitaptan bilgiler almayı uygun gördüm.

“İki Cihan Güneşi” sevgili Peygamberimizin (s.a.a) Allah (c.c) yanında hatırı sayılır biri olduğunu görüyoruz.

Eğer denilirse ki: Ay, dünyaya yakın bir büyüklükte taş-topraktan ibaret, büyük bir semavî cisimdir; bu nasıl olur ki, ikiye bölünür ve Hz. Peygamber (s.a.a) ile fasih bir lisanla konuşur?

Cevaben deriz ki: Biz, Müslümanlar olarak, bu mucizelere inanmalıyız. Görüyoruz ki, dünyayı, ayı, güneşi ve uzay boşluğundaki sayıları belli olmayan yıldızları ve gezegenleri boşlukta tutan Allah (c.c), o bu mucizeyi insanlara göstermeye elbette ki kadirdir. Allah (c.c), dünyamıza on kilometre kalınlığında bir hava tabakası sarmıştır. Hava ve su olmazsa, hiçbir canlı yaşayamaz. Bu hava tabakası, dünyayı sararak uzay boşluğunda duruyor; dünyayı terk edip uzay boşluğuna giderek kaybolmuyor, gidemez; çünkü her şeyi “yok” iken var eden Allah (c.c), o hava tabakasına da, “Orada dur!” demiştir.

Bakınız, Yüce Allah (c.c) buyuruyor ki:

Değil ay, mucize olarak, istenilse Muhammed’in hatırı için, gökleri de yere indiririm!

Evet, Allah (c.c) her şeye gücü yetendir.

Ayrıca yeryüzünde yaratılan her varlık, bizim duymayacağımız şekilde Allah’ı tesbih etmiyorlar mı? Buna ayetler şahittir.

İmanınızın daha da kuvvetlenmesi için, şu ayet üzerinde yoğunlaşarak Yüce Allah’ın kuvvet ve kudretinin görkemini düşünün. Yüce Allah buyuruyor ki: Sur’a üflenince, Allah’ın diledikleri müstesna olmak üzere, göklerde ve yerde ne varsa, hepsi ölecektir. Sonra ona (Sur’a) bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar


[1]– Kars Yeni Mahalle Camii Şerifi İmam ve Hatibi.

Admin Ehlibeyt

Admin Ehlibeyt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir