Hayber, Medine’ye dört konaklık bir yerde ve Museviler’e ait bir kale idi. Medine’den sürülen Museviler de o-raya yerleşmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.a), Hicret’in ye-dinci yılında oraya gidip Hayber’i kuşattı. Ordunun başında, Hz. Peygamber’in (s.a.a) kendisi bulunuyordu.
Rivayet olunur ki: Bir gün Ömer bin Hattab, sancağı alıp Müslüman askerlerle kaleye hücum etti. Fetih, müyesser olmadı. İkinci gün, Ebubekir sancağı alıp müslüman askerlerle kaleye hücum etti; ancak yine kaleyi alamadılar.
Ömer, ikinci kez sancağı alıp kaleye hücum etti. Ancak, fetih gerçekleşmedi. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki:
Yarın, sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, -o “kerrar” (tekrar tekrar hücum eden, hiç çekinmeden atılarak savaşan)dır, “ferrar” (kaçan, çekinen) değil- o, Allah-u Teala’yı ve Resulü’nü sever, Allah-u Teala ve Resulü de onu sever. Fetih, onun elleriyle olur.[1]
Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: “Ali (a.s) nerede?” Dediler ki: “Ya Resulallah! Sen de biliyorsun ki, Ali, gözleri ağrıdığından dolayı Medine’de kaldı.”
Resul’ün (s.a.a) emri ile Hz. Ali’yi (a.s) Medine’den getirdiler. İki adam, ellerinden tutarak Hz. Ali’yi (a.s), Hz. Peygamber’in (s.a.a) huzuruna getirdi. Başını mübarek dizinin üzerine aldı. Ağız suyundan gözlerine sürdü. Hemen, ağrı geçti. Sonra onun hakkında şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Onu sıcaktan, soğuktan, muhafaza eyle!”
Hz. Ali (a.s) der ki: “O günden sonra, ben ne sıcaktan, ne de soğuktan etkilendim.”
Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: “Ya Ali! Al, bu sancağı.” Hz. Ali (a.s), sancağı aldıktan sonra, Resul-i Ekrem (s.a.a), kendi zırhını ona giydirdi. Zülfikar’ı kuşandırdı ve buyurdu ki:
Yürü, Hak Teala, fethi müyesser etmedikçe dönme!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a), şunları da vurgulayarak söyledi:
Ya Ali! Onları İslâm’a davet et. Hak Teala’nın kulları üzerinde olan hakkını beyan eyle. Allah’a an-dolsun ki, senin sebebinle Hak Teala’nın bir kimseye hidayet etmesi, Hak yolunda, kırmızı develer kurban etmen ve sadaka vermenden efdaldir.
Veya:
Kızıl tüylü deve sürülerinin olmasından daha hayırlıdır sana.
Hz. Ali (a.s), yola çıkıp kale hisarının yakınlarına geldi. Kapısına yakın, yüksekçe bir yere sancağını dikti. Hisardan, “Ey sancak sahibi! Sen kimsin?” diye soruldu. Hz. Ali (a.s), cevap verdi: “Ben, Ali bin Ebu Talib’im.” Hisardan cenk etmek için çıkan, Haris adında bir Yahudi’ydi ki, Merhab adlı Yahudi’nin kardeşiydi. Cenge başladılar; ama Yahudiler, Hz. Ali’nin (a.s) ismini duyunca, birbirlerine şöyle seslendiler: “Tevrat hakkı için, şimdi yenildiniz!”
Haris, hayli savaşarak birkaç Müslüman’ı şehit etti. Sonra, Hz. Ali (a.s), onun üzerine yürüyüp bir vuruş ile onun işini bitirdi. Merhab, kardeşinin öldürüldüğünü görünce intikam almak için, dışarı çıktı. Merhab, gayet güçlü, iri cüsseli bir savaşçı idi. Yiğitliği ile meşhurdu. O gün, iki zırh giyinip iki kılıç kuşanmıştı. İki imame takmış, üzerine de bir tolga giymişti. Bu şekilde meydana çıktı. Müslümanlar, ondaki bu cüreti görünce, onun karşısına çıkmaktan çekindiler. Sonunda, Şah-ı Merdan İmam Ali (a.s), onun karşısına çıkıp Zülfikar ile öyle bir kılıç darbesi vurdu ki, kâfirin kalkanı, tolgası ve vücudu yukarıdan aşağı iki parça oldu. Bundan sonra da, Müslümanlar, Yahudi askerlerine hamle ettiler.
Rivayete göre, o anda, Hz. Ali’nin (a.s) kalkanı düştü ve onu bir Yahudi kaçırdı. Merhab öldürülünce, tüm Ya-hudi askerleri kaçıp kaleye doluştular ve kale kapısını ka-pattılar. Bu anda, Hz. Ali (a.s), bir nara atarak çekti Zülfi-kar’ı. Bir eli ile kale kapısına halkasından yapışarak çekip kopardı kapıyı. Onu kendisine kalkan yaparak kaleyi fethetti.
Bir rivayete göre de; Merhab, kardeşinin intikamını almak için, Hz. Ali’nin (a.s) karşısına çıktı. Çok öfkeliydi; bu öfkeyle İmam Ali’ye (a.s) sordu:
– Sen kimsin? Kendini bana tanıt!
İmam Ali (a.s) dedi ki:
– Benim ismim Haydar-ı Kerrar’dır.
Merhab, gece rüyasında, kendisini Haydar isimli birisi ile savaşırken görmüştü. Rüyasının sonu ise karanlıktı. Bu rüyayı annesine anlattı. Annesi, çok iyi rüya yorumu yapardı. Merhab’a, annesi dedi ki: “Oğlum! Bugün, ismi Hay-dar olan bir kişi ile sakın savaşma!”
Merhab, savaş meydanında İmam Ali’nin (a.s) karşısına çıktığında, görmüş olduğu rüya aklına geldi ve meydandan geri çekildi. Orada Şeytan, Merhab’ın yolunu keserek, “Senin gibi bir er, savaş meydanından kaçar mı?” dedi. Bunun üzerine Merhab, rüyasını Şeytan’a anlattı. Şeytan, “Dünyada bir sürü, ismi Haydar olan kişi var!” dedi ve Merhab’ı savaş meydanına dönmesi için ikna etti.
Bir rivayete göre ise, Hz. Ali (a.s), Merhab’ın kafasına, Zülfikar ile öyle bir vurdu ki, Zülfikar’ın kafadan girip alt kısmından çıktığını kendisi bile fark edemedi. Hala konuşuyordu. İmam Ali (a.s) dedi ki: “Bir kıpırda bakalım!” Merhab kıpırdayınca, iki bölüm oldu.
İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) rivayet olunduğuna göre, İmam Ali (a.s), kalenin kapısını kopardığı zaman, kale yerinden sarsıldı; hatta Ahtab’ın kızı Ümmü Habibe, tahtından düşüp yaralandı.
Bir rivayete göre de esirleri, Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna getirdikleri zaman, Sevgili Peygamberimiz (s.a.a), bu kadının yüzünü yaralı görünce buyurdu ki: “Kadının yüzüne kim vurdu? Ben, esirlere dokunmamanızı emretmiştim.” Ümmü Habibe dedi ki: “Hayır, bana kimse vurmadı. Ben, balkondan savaşı izliyordum. Ali (a.s), kale kapısını koparınca kalede deprem oldu. Ben de düştüm ve yüzüm yaralandı.”
Hz. Ali (a.s), küffarın işini bitirip Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna geldi. Resulullah (s.a.a), onu karşılayıp gözlerinden öperek şöyle dedi:
Senin gösterdiğin gayret ve başarı bana erişti. Allah, senden razı olsun. Ben, senden razıyım.
Hz. Ali (a.s) ağladı. Hz. Peygamber (s.a.a), “Niçin ağ-lıyorsun?” dedi. İmam Ali (a.s), dedi ki: “Sevincimden ağladım. Sevgili Peygamberimiz benden razı oldu.” Resulul-lah (s.a.a), “Ya Ali! Yalnız ben değilim; Allah-u Teala, Cebrail, Mikail ve diğer bütün melekler senden razı oldular.” dedi.
[1]– bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Sosyal Açıdan İslâm Tarihi, s.106; Altıparmak İslâm Tarihi, s.644