Geniş ve Esrarengiz Bir Âlem
Akıl gözü, varlıkların yaratılışında bir nebze yoğunlaşacak olursa, yaratanın eşsiz gücünü görecektir.
Aşağıdaki örneklere dikkat etmekle bu gerçek daha iyi anlaşılacaktır:
1- Bedenin savunma sistemi sürekli olarak biyologların dikkatini üzerinde toplamıştır.
Savunma sistemi; akyuvar, timüs, dalak, karaciğer ve ilikleri içeren sırlarla dolu bir organizmadır. Bunlarda mev-cut olan hücreler, yapı açısından farklı olmalarına rağmen, ortak hedef doğrultusunda mikroplara ve enfeksiyonlara karşı savunma sağlar. Bu bağlamda özellikle akyuvarlar önemli bir rol üstlenmişlerdir. Mikroplara karşı hemen harekete geçen akyuvarlar, mikrobun kaynağını bulup savunma sağlar ve yayılmasını önler.
Yabancı bir maddenin bedene girmesiyle bu organizma devreye girer ve her antijen karşısında antikor üreterek farklı şekillerde savunma sağlar. Bazen mikrobu dağıtmak ve yok etmek, bazen zehirli maddeleri etkisiz hale dönüştürmek, bazen mikropları dondurmak, bazen zehirli ve mikrop taşıyıcı maddelerin dibe çökmesini sağlamak, bazen -aynı gruptan olmayan kanın şırıngası yoluyla- bedene giren yabancı alyuvarlara karşı vb. durumlarda antikor üretilir.
Burada dikkat çeken asıl konu bu organizmanın yabancı maddeler karşısında onlara uygun olarak antikor üretiyor olmasıdır.
2- Lion Rasathanesi başkanı şöyle der:
“Rasathanemize teleskop gelmeden önce ulaşabildiğimiz kadarıyla, dünyanın genişliğini 500 ışık yılı olarak algılıyorduk; teleskopun gelmesiyle, dünyamızın genişliğinin en az bir milyar ışık yılı olduğunu öğrenmiş ve milyonlarca yeni galaksiye ulaşmış olduk. Bunlardan bazısının bizimle olan uzaklığı bir milyar ışık yılıdır ve bu mesafenin ötesi tümüyle karanlıktır. Her ne kadar bu mesafenin ötesine ulaşamıyor isek de kuşkusuz orada, çekimi ile dünyamızı koruyan yüzlerce milyon galaksi vardır.
Gözlemleyebildiğimiz yüzlerce milyon galaksiye sahip olan bu koskoca dünya, daha büyük bir dünyanın karşısında ancak bir zerreden ibarettir. Ben henüz, dünyamızdan daha büyük olan o ikinci dünyanın ötesinde başka bir dünyanın olmadığına emin değilim.”[1]
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“(Ya Rabbi!)… Biz senin yüceliğinin hakikatini hakkıyla bilemeyiz. Biz ancak senin canlı olduğunu, var olmada kimseye muhtaç olmadığını, uyku ve uyuklamanın seni tutmadığını biliriz.”
“Ne bir düşünce ne de bir göz seni idrak eder. Sen ise gözleri görürsün, herkesin ömrünün ne kadar olduğunu bilirsin ve her şeye kadirsin, güçlüsün.”
“Sadece senin yarattıklarından gördüğümüz, kudretinden hayrete düştüğümüz, saltanatının yüceliğinden niteleyebildiğimiz ölçüde sıfatlarını bilebiliriz. Bizim haberdar olmadığımız, gözlerimizin göremediği, akıllarımızın ulaşamadığı, aramıza perde gerdiğin o gayb âlemi ise çok büyüktür!”[2]
Her şeyi var eden, Allah’ın eşsiz güç ve kudretidir ve hiçbir şey O’nun güç ve kudretinin dışında değildir.
Dünyamız Allah’ın iradesiyle var olmuştur. O’nun dilediği sürece de kalıcılığını koruyacaktır. Yıldızlar, ay, güneş ve diğer gezegenler, O’nun kudretiyle dönüp durmaktadır ve âlemde görülen hayret verici düzen O’nun iradesine bağlıdır. Dilediği zaman değiştirir ve yeni bir düzen getirir. Allah evreni yarattıktan sonra ondan el çekmemiştir. Dünyanın idaresi, her şeyin varlığı ve devamı O’nun iradesiyledir. Yüce Allah dilemedikçe hiçbir şey varolamaz. Öyleyse var eden, koruyan, gözeten ve hüküm süren Allah’tır.
Allah bu âlemde doğal bir düzen kurmuştur ve bu düzene dayanarak birtakım hesaplamalar yapılabilmekte, tahminler yürütülebilmekte ve olayların geleceği öngörülebilmektedir. Ancak bazı durumlarda, Allah sınırsız kudretinden bir tecelli gösterir ve kendi iradesiyle, doğal ve alışılagelmiş düzen ötesinde bir düzen yaratır.
Bu üstün düzenin örnekleri hem tarihte hem de günlük yaşantıda görülmektedir. Bu durumlarda Allah’ın kudretinin, dünya düzenini nasıl etkilediği, bazen düşkünleri yücelttiği ve bazen de ululananları zelil kıldığı görülür…
Bundan dolayıdır ki sağlam bir şekilde Allah’a iman eden insanlar, asla ümitsizliğe kapılmaz, her hâlükârda daralmış göğüsleri ve gamlı gönüllerinin karanlıklarında yine de bir ümit ışığı parlar ve Allah’ın yardımıyla kurtulabileceklerine inanırlar.
Hz. Musa ile Firavun’un öyküsünü okumuş veya duymuşsunuzdur. Zalimlikte Firavun’un üstüne yoktu. “İsrailoğullarına vaat edilen çocuğun” dünyaya gelmesi durumunda saltanatını yok edeceğinden korktuğundan dolayı dünyaya gelmemesi için onların erkek çocuklarını öldürüyordu. Doğal düzene dayanan bu tedbir ve önlemlerle, Allah’ın emrinin gerçekleşmesine engel olabileceğini sanıyordu.
Firavun’un önlem ve çabaları fayda vermedi ve nitekim vaat edilen çocuk dünyaya geldi. Çocuğun annesine, onu bir sepete koyup Nil nehrine salıvermesi emredildi…
Çocuğu taşıyan sepet nehrin akışı yönünde, Firavun’un sarayına doğru ilerledi. Bu esnada Firavun’un karısı onu gördü. Sepeti sudan alıp içinde bir çocuk olduğunu görünce, Firavun’dan onu evlatlığa kabul etmesini istedi ve o da kabul etti.
Firavun’un, dünyaya gelmemesi için çalıştığı çocuk, Allah’ın kudreti ve inayetiyle onun kendi evinde büyüdü ve nitekim olan oldu…
Hz. Yusuf’un kardeşlerinin kötü amel ve art niyetlerini etkisiz hale getirerek kuyuya düşen Yusuf’u büyük bir makama yücelten… ve Mısır hükümdarlığına taşıyan, Allah’ın kudretinin ta kendisiydi.
Mekkeli müşrikler, yüce İslam Peygamberini (s.a.a) öldürmek için birlik olmuşlardı. Müslümanlara baskı uygulamaya ve eziyet etmeye başladılar. İslam Peygamberini ve dostlarını birkaç yıl boyunca “Ebu Talib Deresi”nde muhasara altında tuttular…
Peygamberi öldürmeye karar verdiler ve bu işi hile yoluyla başaracaklarını sandılar. Ama Allah’ın irade ve kudreti, Peygamberi korudu, hızla İslam’ın ilerlemesini sağladı ve böylece de Kureyşi ve müşrikleri zelil etti.
Bunlar ve ibrete şayan daha nice örnekler, âlemdeki düzenin Allah’ın kudretine tâbi olduğunu, dünyanın tek sahibinin Allah olduğunu, doğal düzene hükmeden başka bir düzeni dilediği zaman var edebileceğini göstermektedir.
Vasfa sığmayan bu kudret ve şefkat sahibinin huzurunda durup ululanmadan yalvarmak, kulluk görevlerini yerine getirmek ve yaratana muhalefetten kaçınmak akıl ve fıtratın emridir.
İnsanın farklı aşamalardan geçip bu kabiliyet ve akıl seviyesine yücelmesi, Allah’ın kudretiyle olmuştur. O hâlde O’nu unutmak doğru mudur?
Allah’ı hakkıyla tanıyan, her şeyi bildiğini, güç ve kudretin tek sahibi olduğunu kavrayabilen bir insan, hiçbir zorluktan korkmaz. Böyle bir insana göre üstesinden gelinmeyecek bir zorluk ve sıkıntı yoktur. Allah’a imandan kaynaklanan bu sarsılmaz azimle hedefine ulaşmaya çalışır ve hiçbir engelden korkmaz. Çünkü böyle bir insan kendisini, zorluklar karşısında başarıya taşıyabilecek büyük bir kudretin gölgesinde görür.
Yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a), Allah’a ve sınırsız kudretine iman ederek güçlü kabileler ve büyük zorluklar karşısında tek başına mücadeleyi başlattı. Böylece de tevhit inancının ve erdem mektebinin temelini attı.
Âlemleri yaratana bütün kalbiyle iman eden ve Allah aşkını ruhunda yaşatan bir insan, asla kendini yalnız, ümitsiz hissetmez ve kalbinin her noktası Allah’ın nuru ile aydınlanır.
Böyle bir insan, olanca bilinç, azim ve ciddiyetle mücadelesini sürdürür.
Alevi İnançları s.58-61
[1]– Batı Avrupa dergilerinden “İlim ve Hayat” dergisi
[2]– Nehc’ül-Belâğa, hutbe: 159, c.3, s.493